Rum Suresi ve Bizansın Galibiyeti

Elif-lâm-mîm. Rumlar (edna-en alçak yerde) yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Fakat onlar bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip gelecekler. Önce olduğu gibi sonra da Allah’ın dediği olur. O gün müminler Allah’ın yardımı sebebiyle sevinecekler. 
O dilediğini muzaffer kılar. O çok güçlüdür, engin merhamet sahibidir. Bu Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz; ama insanların çoğu bunun bilincinde değildirler. (Rum Suresi/1-6)

Elif-lâm-mîm. Rumlar (edna-en alçak yerde) yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Fakat onlar bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip gelecekler. Önce olduğu gibi sonra da Allah’ın dediği olur. O gün müminler Allah’ın yardımı sebebiyle sevinecekler. O dilediğini muzaffer kılar. O çok güçlüdür, engin merhamet sahibidir. Bu Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz; ama insanların çoğu bunun bilincinde değildirler. (Rum Suresi/1-6) 

Ayetlerin tefsirini, Şeyhülislam EbusSuud Efendi şöyle yapmıştır. "Rivâyet olunuyor ki, iranlılar, Rumlara karşı savaş açtılar; nihayet Ezriat ve Busrâ'da, Diğer bir görüşe göre ise, el-Cezıre'de onlarla karşılaştdar ve Rumları mağlup ettiler. Bu haber Mekke'ye ulaşınca, müşrikler sevindiler ve müslümanlara "Siz ve hıristiyanlar, ehl-i kitabsiniz; biz ve İranlılar ise, putperestiz, işte bizim kardeşlerimiz, sizin kardeşlerinize galip geldiler; biz de mutlak ve muhakkak size galip geleceğiz. Bunun üzerine Hazret-i Ebubekir onlara dedi ki: "Allah, sizin gözlerinizi aydın kılmasın! Vallahi, Rumlar, birkaç yıl içinde Iranlılara karşı mutlaka galip geleceklerdir." 

O zaman melun Übeyy b. Halef, Hazret-i Ebubekir'e (radıyallahü anh) dedi ki: "Yalan söylüyorsun; aramızda bir süre tayin et; bunun için sertinle bahse girerim." Hazret-i Ebubekir de, her iki taraf için on cins deve yavrusu üzerine, bahse girdi. Ve süreyi de üç yıl olarak tayin ettiler. Sonra Hazret-i Ebubekir, bunu Resûlüllah'a anlattı. Resûlüllah buyurdu ki: "Âyette bu süre, tibid' olarak ifâde edilmektedir. Bici ise, üçten dokuza kadardır. "Siz, bahse konu malı arıtırın ve süreyi de uzatın." Bunun üzerine bahse konu deve yavrularının sayısını yüze çıkardılar ve süreyi de dokuz yıla uzattılar. Bu arada Übeyy, (Bedir Savaşında) Resülullah'ın elinden aldığı yaradan öldü ve hicretin yedinci yılının başında Rumlar, İranlılara galip geldiler. Bu galibiyet, Hudeybiyye antlaşmasının yapıldığı tarihe rastlamıştı. Diğer bir rivâyete göre, bu galibiyet tarihi, Bedir Savaşının olduğu güne rastlamıştı; hem müslümanlar, hem de Rumlar, o gün zafer kazanmışlardı. Bunun üzerine Hazret-i Ebubekir, üzerinde bahis yapdan deve yavrularını Übeyy'in çocuklarından aldı ve onları Resûlüllah'a getirip: "Bunları sadaka olarak dağıt" dedi. Bu bahis, henüz kumar yasaklanmadan önce idi. 


İşte bu âyetler de, Peygamberimizin peygamberliğinin doğruluğunu ve Kur’ânin Allah katından nazil olduğunu ispatlayan apaçık mucizelerdir. Zira bu âyetler, alîm (her şeyi bilen) ve habîr (her şeyden haberdar olan) Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği gaybi haber vermiştir. Diğer bir kırâete göre, ikinci âyetteki galibiyet fiili, malûm kipiyle ve üçüncü âyetteki fiil ise, meçhul kipiyle okunmaktadır. Buna göre mânâ şöyledir: Rumlar, Şam arazisine galip geldiler; ileride müslümanlar da, onlara galip geleceklerdir. Nitekim müslümanlar, bu âyetlerinin nüzulünün dokuzuncu yılında Rumlara karşı savaştılar ve memlekederini fethettiler." (EbusSuud, El-İrşad, Rum Suresi/3) 

Hıristiyan olan Bizanslılar'ın, putperest bir toplum olan Persler karşısında çok ağır bir yenilgiye uğramasından yaklaşık 7 sene sonra, M.S. 620 civarında indirilen Rum suresi ayetlerinde Bizans'ın çok yakında galip geleceği haber veriliyordu. Oysa o sırada Bizans o kadar büyük kayıplara uğramıştı ki, değil tekrar galip gelmesi, ayakta kalması bile imkansız görülüyordu. Yalnız Persler değil Avarlar, Slavlar ve Lombardlar da Bizans devletine karşı büyük tehdit oluşturmaktaydı. Avarlar İstanbul önlerine kadar gelmişlerdi. Bizans Kralı Heraklius, ordunun masraflarını karşılayabilmek için kiliselerdeki altın ve gümüş süs eşyalarının eritilip paraya çevrilmesini emretmişti. Hatta bunlar da yetmeyince bronzdan heykeller bile para yapımı için eritilmeye başlanmıştı. Pek çok vali Kral Heraklius'a isyan etmiş, İmparatorluk parçalanma noktasına gelmişti. Önceden Bizans toprağı olan Mezopotamya, Kilikya, Suriye, Filistin, Mısır ve Ermenistan, putperest Persler'in işgali altına girmişti.(Warren Treadgold, A History of the Byzantine State and Society, Stanford University Press, 1997, s. 287-299.) 

"Bizans İmparatoru Konstantinos’un 311 yılında Hıristiyanlığı kabul etmesi üzerine Sâsânî İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan hıristiyanlar Bizans’ın dostu ve Sâsânî Devleti’nin düşmanı sayılmaya başlanmış, Ermenistan da Hıristiyanlığı kabul edince eski ihtilâflar canlanmıştı. Böylece İranlılar’la Bizanslılar arasındaki çatışmalar yeni bir boyut kazanmış oldu. Uzun zamandır İranlılar’la Bizanslılar arasında süregelen savaşlar milâdî VII. yüzyılın başlarında Bizanslılar aleyhine bir gelişim seyri gösteriyordu. 590 yılında İran tahtına çıkarılan II. Hüsrev 601’de Bizans’a yöneldi ve onlarla yapılan savaşı kazandı. Bizans karışıklıklar içindeydi. İmparator Phokas’ın tedhiş rejimine karşı ayaklanan Kartaca Valisi Herakliyus (Herakleios), kendisiyle aynı adı taşıyan oğlunu Kuzey Afrika birliklerinden oluşan bir filonun başında İstanbul üzerine gönderdi. 3 Ekim 610’da İstanbul’a ulaşan oğul Herakliyus Bizans tahtına çıktı. Phokas idam edildi. Bu sıralarda devlet ekonomik açıdan çökmüş vaziyette idi. Bu ve benzeri sebeplerle Bizans İmparatoru Herakliyus ilk yıllarda Sâsânîler’in imparatorluk topraklarını istilâsını önleyemedi. 613’te İrmîniye ve Suriye’ye girerek Dımaşk’ı işgal eden Sâsânîler, ertesi yıl Kudüs’ü zaptederek burada günlerce katliam yaptılar ve Mukaddes Mezar Kilisesi’ni yakarak Hristiyanlarca kutsal kabul edilen haçı da alıp Medâin’e (Ktesiphon) götürdüler. 

615 yılında Anadolu’ya yeniden Sâsânî akınları başladı. Sâsânîler 619 yılında Mısır’ı da işgal ettiler. "(Diyanet- Kuran Yolu Tefsiri/Rum Suresi) Başkent Konstantinopolis'te kalabalığı beslemek verimli Mısır'dan gelen tahıl gönderilerine dayandığı için, bu ülkenin kaybı Bizans imparatorluğu'na şiddetli bir darbe oldu. Önceki zamanların Roma'da yaşayanlara verilen hububat yardımının benzeri Konstantinopoli'deki bedava tahıl oranı, 618'de kaldırıldı. Bizans, askeri alanda olduğu gibi ekonomik anlamda da sıkıntılara maruz kalmıştı. Sasaniler ise her bakımdan daha da güçlenmiş ve Anadolu içlerine kadar ilerlemişlerdi. Kısacası, herkes Sasaniler karşısında, Bizans'ın tamamen yok olmasını bekliyordu. Ama tam bu dönemde, Rum Suresi'nin ilk ayetleri vahyedildi ve Bizans'ın dokuz yıl geçmeden yeniden galip geleceği haber verildi. Bu galibiyet öylesine imkansız gözüküyordu ki, Arap müşrikleri bu ayetleri alay konusu yapacak kadar ileri gittiler. Kuran'da haber verilen bu zaferin, asla gerçekleşmeyeceğini düşünüyorlardı. Fakat Kuran'ın tüm haberleri gibi bu da hiç kuşkusuz gerçekti. Hristiyan Bizanslılar karşısında ateşperest İranlılar’ın savaş galibiyetleri, putperest Mekkeliler’de büyük bir sevinç meydana getirmişti. Mekke müşriklerinin bu gelişmeyi müslümanlara karşı böbürlenme aracı olarak kullanması üzerine Yüce Allah, müminlerin mâneviyatını yükseltecek bir müjde olarak, Rum suresinin zikrolunan ayetlerini vahy olarak Rasülüllah'a bildirdi. 

Rum Suresi'nin ilk ayetlerinin indirilmesinden yaklaşık 7 yıl sonra, M.S. 627 yılının Aralık ayında, Bizans ve Pers İmparatorlukları arasında Ninova harabeleri yakınında büyük bir savaş daha oldu. Ve bu kez Bizans ordusu, Persler'i yenilgiye uğrattı. Birkaç ay sonra da Persler işgal ettikleri yerleri Bizans'a geri veren bir anlaşma imzalamak zorunda kaldılar.(Warren Treadgold, A History of the Byzantine State and Society, Stanford University Press, 1997, s. 287-299) Böylece Allah'ın Kuran'da bildirdiği "Rum'un zaferi", mucizevi bir şekilde gerçek oldu. 

Bu ayetlerde yer alan bir başka mucize de, o dönemde kimsenin tespit etmesinin mümkün olmadığı coğrafi bir gerçeğin haber verilmesidir. Rum Suresi'nin 3. ayetinde, Rumlar'ın "Dünyanın en alçak yerinde" yenildikleri belirtilir. Arapçası "Edna el ard" olan bu ifade, bazı meallerde "yakın bir yer" olarak da tercüme edilir. Ancak bu tercüme, orijinal ifadenin tam karşılığı değil, mecazi bir yorumudur. "Edna" kelimesi Arapça'da "alçak" demek olan "deni" kelimesinden türemiştir ve "en alçak" anlamına gelir. "Ard" ise yeryüzü demektir. Dolayısıyla "Edna el ard" ifadesi de "Yeryüzünün en alçak yeri" manasına gelmektedir. Ne ilginçtir ki, Bizans İmparatorluğu ile Persler arasındaki savaş, yeryüzünün gerçekten en alçak noktasında gerçekleşmiştir. Söz konusu savaşın yeri, Suriye, Filistin ve şimdiki Ürdün topraklarının kesiştiği bölgede yer alan Lut Gölü havzasıdır. Ve bilindiği gibi deniz seviyesinden 395 metre aşağıda olan Lut Gölü çevresi, yeryüzünün "en alçak" bölgesi kabul edilmektedir. Yani Rumlar, tam ayette belirtildiği gibi, "yeryüzünün en alçak yeri"nde yenilmişlerdir.








Tahrif edilen Tevrat ve İncil

İnsanın Yaratıcı'sını, yani Allah'ı tanıması, ancak O'nun bu konuda insana bir bilgi ulaştırmasıyla mümkün olabilir. Bu bilgiye ulaşmak için—ki insan için olabilecek en önemli bilgi budur—etrafına bakan insan, dört ilahi kitapla karşılaşır. ve bu kitaplar Hz.Allahın insanlara gönderdiği kutsal kitaplardır. Bu kitaplar Zebur, İncil, Tevrat ve Kuran-ı Kerim'dir. Bu kitaplardan  Tevrat, İncil ve Kuran-ı Kerim hüküm bildiren kitablardır. Bu hüküm bildiren kitablardan da sadece Kuran-ı Kerim hiçbir tahrifata uğramamış Hz Allah tarafından tarihin her zamanında korunmuş muhafaza edilmiş ve günümüze kadar gelebilmiştir. Diğer ilahi kitaplar ise zaman zaman insanların istekleri doğrultusunda değişikliğe uğramış ilahi kelam olma özelliğini yitirerek tahrif olmuşlardır.

Bu tahrif olan kitapların en büyüğü süphesiz ki Yahudiler tarafından her zamanda bozulmalara neden olmuş olan Tevrat Kitabıdır. İncil Kitabı da Hristiyanlar tarafından değiştirilmiş ve kişilerin heva ve heveslerine göre yeniden düzenlenmiş böylece ilahi kelam olma özelliğini yitirmiştir. Zebur kitabı da insanlar tarafından değiştirilerek, yok edilmiş ve kaybolmuştur. Bu ilahi kitaplar daha sonraları Kitabı Mukaddes adı altında Tevrat,İncil ve Zeburdan oluşan bir üçlü kitab olarak insan eliyle oluşturularak birleştirilmiştir. Bütün bunlara karşı Kuran-ı Kerim, tarihin hiç bir devrinde bozulmaya uğramamış ve günümüze kadar aynen gelebilmiştir. 

(Kuran-ı Kerim ile ilgili daha ayrıntılı yazıyı (Bkz. Kur'an-ı Kerim) okuyabilirsiniz.)

Hıristiyan ve Yahudiler tarafından zamanla tahrif edilen, değiştirilen bazı bölümleri yok edilen, eksiltilen veya manası bozulan Tevrat, İncil ve Zebur hakkında bir takım bilgileri aktarmaya çalışalım.


TEVRAT
Aslında Tevrat ve İncil'i birbirinden kopuk iki ayrı kitap olarak değil de, birbirlerinin devamı olarak görmek daha doğru olur. Çünkü İncil'i kabul eden Hıristiyanların tümüne yakını, aynı zamanda Tevrat'ı da tabul etmektedirler. Bu nedenle bu iki kitap Hıristiyanlar tarafından tek bir kitap olarak kabul edilirler ve "Kitab-ı Mukaddes" olarak adlandırılırlar. Kitab-ı Mukaddes iki temel bölümden oluşur: 

Eski Ahit ve Yeni Ahit.
Tevrat dediğimiz kitap, aslında Eski Ahit'tir. Daha da doğrusu, Eski Ahit'in bir bölümüdür. Eski Ahit 39 kitapçıktan oluşur. Bunların ilk beş tanesinin Hz. Musa'ya vahyedilen Tevrat olduğu kabul edilir. Diğer kitapçıkların önemli bir bölümü İsrailoğulları'nın Musa'dan sonraki tarihlerini anlatır. Hz. Davud'a verilmiş olan Zebur, "Mezmurlar" adıyla bu 39 kitaptan birini oluşturur. Bunların dışında Hz. Eyüp, Hz. Süleyman gibi peygamberlerin işlerini anlatan kitaplar ve gelecekten haber veren "kehanet" kitapları vardır. Bu tablo da göstermektedir ki, Eski Ahit çok uzun bir tarihsel süreç içinde oluşmuş bir kitaptır. Hz. Musa zamanında vahyedildiği kabul edilen ilk beş kitaptan sonra neredeyse bin yıl boyunca Eski Ahit'in yazımı devam etmiştir. Bu kitapların birer vahiy olduklarını kabul etmek ise, öncelikle içerek açısından mümkün değildir. 

Yahudiler tarafından vahiy olarak kabul edilen kısım asıl olarak Hz. Musa'ya verildiği kabul edilen ilk beş kitaptır (Tekvin, Çıkış, Sayılar, Levililer, Tesniye). Ancak bu kitapların elimizdeki nüshaları, Hz. Musa'dan en az beş yüzyıl sonra kaleme alınmış nüshalardır. Bu uzun süreç boyunca metinlerde değişiklik ve tahrif yapıldığı ise açıkça görülmektedir. Metinlerin içinde çok bariz çelişkiler vardır. Konu ile ilgilenen araştırmacılar, bu beş kitabın, MÖ 9. yüzyılda kuzey ve güney olarak ikiye bölünen İsrail Krallığı'ndan doğan iki ayrı krallığın farklılaşan dini inançları ve din adamları arasındaki çatışmaya sahne olduğu kanatindedirler. Bir başka deyişle, bu beş kitabın bazı bölümleri "Yahoistler" olarak adlandırılan güneyli din adamları, bazı bölümleri de "Elohimciler" olarak adlandırılan kuzeyli din adamları tarafından yazılmıştır. Beşinci kitap olan Tesniye'de "Musa'nın ölümü ve gömülmesi"nin anlatılması, tahrifatın çok açık bir delilidir. Çünkü bu anlatımın Hz. Musa'ya vahyedilmiş olduğunu kabul etmek, elbette mantık dışıdır.


İNCİL
Elimizde bulunan "İncil"in, yani Yehi Ahit'in durumu, Eski Ahit'ten bile daha vahimdir. Çünkü Yeni Ahit'i oluşturan 27 kitabın hiç biri, Hz. İsa'nın elinden çıkmış, ya da ona vahyedilmiş bir söz niteliğinde değildir. İncil denilen bu kitapçıkların hepsi, bazı insanların Hz. İsa'nın hayat hikayesini anlatmak ya da onu tanıtmak için yazdıkları kitap ya da mektuplardan ibarettir. İncil'in hiç bir yerinde, doğrudan Allah'tan aktarılan bir söz yoktur. Yeni Ahit'in 27 kitabının en önemlileri, kuşkusuz "dört İncil" olarak da adlandırılan ilk dört kitaptır. Bu kitaplar Hz. İsa'nın yaşamını ve sözlerini aktarma iddiasındadırlar. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna adlı kişiler tarafından yazıldıkları kabul edilir. Kitapların aslında kimler tarafından yazıldığı belli değildir. Hıristiyanlar Matta ve Yuhanna'nın Hz. İsa'nın havarileri, Markos ve Luka'nın da havarilerin yardımcıları olduklarına inanırlar. Ancak araştırmacıların ortak görüşü aksi yöndedir, özellikle "Yuhanna İncili" denen kitabın Hz. İsa'nın havarisi olan Yuhhanna tarafından yazıldığı kabul edilmez. Abartılı derecede usta bir Yunanca ile yazılmış olan, hatta Platon ve Aristo'dan esinlemeler içeren bu İncil'in, hiç Yunanca bilmeyen Filistinli bir balıkçı olan Yuhanna tarafından kaleme alınmış olması imkansızdır.

Aslında dört İncil'in hepsi de Yunanca yazılmışlardır ve bu durum onların Hz. İsa'ya vahyedilmiş olan "asıl İncil" olamayacaklarını gösterir. Çünkü bir Yahudi olan ve Yahudilere tebliğ yapan Hz. İsa'nın İncili'nin de İbranice ya da Yahudiler arasındaki konuşma dili olan Aramice olması gerekmektedir. Nitekim bazı Batılı araştırmacılar Hz. İsa hayatta iken kaleme alınan ve onun sözlerinden oluşan bu tür bir "orjinal İncil" olduğunu kabul etmekte, Matta ve Luka'nın kendi İncillerini Yunanca kaleme alırlarken bu İbranice metinden "alıntılar" yaptıklarını söylemektedirler. "Kayıp İncil" (Lost Gospel) olarak anılan bu dokümanın özelliği ise, yine araştırmacıların kabulüne göre, Hz. İsa'yı bugünkü Hıristiyanların inandığı gibi "tanrı'nın oğlu" olarak değil, bir Yahudi peygamberi olarak göstermesidir.
Bu dört İncil'in bir başka özelliği ise, Hz. İsa'dan on yıllar sonra kaleme alınmış olmalarıdır. Hz. İsa'nın MS 30 yılı civarında göğe çekildiği kabul edilir. En erken yazılmış olan Markos İncili 65-70 yıllarında, Matta ve Luka İncilleri 70-80 yıllarında, Yuhanna İncili ise 100 yılı civarında kaleme alınmıştır.

Dört İncil'in bir diğer özelliği de çoğu konuda birbirleriyle çok açık bir biçimde çelişmeleridir. Çelişkiler çok belirgindirler ve tevil edilemez düzeydedirler. Hıristiyanlar bu durumu elden geldiğince göz ardı etmekte, ya da "İncil yazarlarının sahip oldukları farklı bakış açılarının Hz. İsa'yı farklı yönlerden görmemizi sağladığını" söylemektedirler. Ancak bu tevil zaten İncil'in çürütülmesi anlamına gelir; "İncil yazarlarının sahip oldukları farklı bakış açıları" işin içine karıştığına göre, ortada Allah'ın sözleri yoktur, insanların sözleri vardır.

Yeni Ahit'in bu dört İncil dışında kalan bölümleri ise yine Hz. İsa'yı tanıtmak için yazılmış mektuplardır. Çoğu, yaşamında hiç Hz. İsa'yı görmemiş, ancak onun yeryüzünden ayrılışından bir süre sonra "Hz. İsa bana çölde gözüktü" diyerek ortaya çıkmış ve Hz. İsa'nın gerçek havarileri ile şiddetli tartışmalara girişerek kendisini "İsa'nın en doğru havarisi" saymış olan Pavlus (St. Paul) tarafından kaleme alınmışlardır.

Bu arada Yeni Ahit'e sokulmamış olan pek çok alternatif "İncil"in ya da mektubun olduğunu da belirtmek gerekir. Kısaca "Apokrifa" olarak tanımlanan bu alternatif yazılar, Kilise'nin doktrinlerine uygun olmadıkları için Yeni Ahit'e eklenmemişlerdir. Yeni Ahit'in bugünkü şeklini alması ise, 4. yüzyılın başında Roma İmparatoru Konstantin'in çağrısıyla toplanan İznik Konseyi'nin kararları ile olmuştur. İznik Konseyi'nde kararlaştırılan bir başka Hıristiyan inancı ise Hz. İsa'nın "Tanrı" sıfatına sahip sayılmasıdır. Karar oy çokluğu ile alınmış, konsey sırasında bunu reddeden ve Hz. İsa'nın normal bir insan olduğunu savunan rahipler ise "sapkın" ilan edilerek baskı altına alınmışlardır.

ZEBUR
Yahudi kutsal kitabının (Tanah / Ahd-i Atîk) “Kutsal Yazılar” (Ketuvim) bölümü içinde yer alan, dua-hikmet kitabı özelliğine sahip Mezmûrlar kitabı, İbrânîce ismiyle “sefer tehillim” şiir biçiminde yazılmış 150 mezmûrdan ya da ilâhiden oluşur. Bu mezmûrlardan üçte ikisinin başlangıç cümlesinde kime ait oldukları belirtilmiştir. Bunların yetmiş üçü Hz. Dâvûd’a, ikisi Hz. Süleyman’a, biri Hz. Mûsâ’ya, yirmi dördü ibadet sırasında çalgı çalmakla görevli olan Levililer’e atfedilmiştir. Söz konusu başlangıç cümlelerinde çoğunlukla mezmûr, meselâ “Dâvûd’un mezmûru” “şarkı” (şir) ve Rabb’i övün mânasında “halleluyah” gibi ifadeler kullanılmakta, daha seyrek olarak dua (tefila) vb. İbrânîce kelimeler bulunmaktadır. 

Genellikle müzik eşliğinde söylenen Tanrı’ya hamd, ağıt ve yakarış, iman ikrarı, dua ve öğüt cümlelerinin yer aldığı Mezmûrlar kitabı yahudi ve hıristiyan dua geleneğinin baş klasiği olma özelliğine sahiptir. Akademik çevrelerde ise mevcut haliyle mezmûrların, atfedildikleri şahıslara aidiyeti şüpheli olan, Kral Dâvûd dönemiyle sürgün sonrası dönem arasında (m.ö. X-V. yüzyıllar) oluşturulmuş kompoze bir metin olduğu, kutsal kitap kanonuna dahil edilmesinin daha geç bir dönemde gerçekleştiği görüşü hâkimdir. 

| | | Devamı... 0 yorum

Mukaddes Kitab Kuran-ı Kerim

“Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed’e indirilen, Mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha suresiyle başlayıp Nâs suresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelâmdır.”Kitâb, kelâm, nûr, hüdâ, rahmet, furkān, şifâ, mev‘iza, zikr, kerîm, alî, hikmet, hakîm, müheymin, mübârek, habl, es-sırâtü’l-müstakīm, kayyim, fasl, en-nebeü’l-azîm, ahsenü’l-hadîs, tenzîl, rûh, vahy, mesânî, Arabî, kavl, besâir, beyân, ilm, hak, hedy [hâdî], aceb, tezkire, el-urvetü’l-vüskā, müteşâbih, sıdk, adl, îmân, emr, büşrâ, münâdî, nezîr, mecîd, zebûr, mübîn, beşîr, azîz, belâğ, kasas, suhuf, mükerreme, merfûa, mutahhera gibi isimlerle de Kuran-ı Kerim isimlendirilmiştir. (el-Burhân fî ʿulûmi’l-Ḳurʾân, I, 370-373; el-İtḳān, I, 159-164)


Hz. Muhammed (s.a.v) kırk yaşına yaklaştığında yalnız kalma ve tefekküre dalma arzusuyla Hira mağarasına gitmeye başlamış ve bu mağarada Allah’a ibadet ediyordu. Vahiy meleği Cebrâil (a.s)'ın  Hira mağarasında Hz. Muhammed (s.a.v)'e gelerek ona “Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O kalemle öğretendir. O insana bilmediğini öğretti” meâlindeki âyetleri (el-Alak 96/1-5) okumasıyla Kuran-ı Kerim'in ilk ayetleri inmiş oldu. "Biz Kur’an’ı sadece gerçeğin bilgisi olarak indirdik, o da (sana) yalnız gerçeği söyleyerek geldi; seni de ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Biz onu, insanlara aralıklarla okuyasın diye (sureler ve ayetlere) ayrılmış Kur’an yapık, peyderpey indirdik." (İsra Suresi/105-106) ayetlerinin bildirdiğine göre 23 senede vahiy tamam olmuştur.

Kur’an-ı Kerim, kendisinden bahsederken birçok ayette, “el-Kur’ân” ve “el-Kitâb” kelimelerini kullanmıştır. Bu isimler onun hem okunan hem de yazılan bir vahiy olduğuna işaret etmektedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) gelen vahiyleri öncelikle insanlara tebliğ ediyor, ardından bunu vahiy kâtiplerine yazdırıyor ve insanlar da bu sözleri hemen ezberleyerek hem gönüllere hem de sahifelere nakş oluyordu. Nazil olan ayetlerin Mekke döneminin ilk yıllarından itibaren yazıldığına dair bizzat Kuran-ı Kerim'de (el-Furkan 25/5; et-Tûr 52/1-3; Abese 80/11-16; el-Beyyine 98/2), hadis kaynaklarında (Müsned, III, 12, 21, 39, 65; Buhârî, “Cihâd”, 129, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 4; Müslim, “İmâre”, 24/92-94, “Zühd”, 16/72; İbn Mâce, “Cihâd”, 45; Tirmizî, “Tefsîr”, 10) ve tarih kitaplarında deliller bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından görevlendirilen vahiy kâtipleri nâzil olan âyetleri o zamanda mevcut olan yaprak taşlar, hurma dalları, kemik, deri parçaları gibi malzemeler üzerine yazıyorlardı (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 4) Resûl-i Ekrem’in vefat ettiği yılın ramazan ayındaki son okuyuş karşılıklı olarak ikişer defa gerçekleşmiş, böylece mushaf ortaya çıkmıştır. (Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy”, 5, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 7, “İʿtikâf”, 17, “Menâḳıb”, 25; Müslim, “Feżâʾil”, 50, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 98, 99; Nesâî, “Ṣıyâm”, 2) 

Yemame savaşındaki hafız sahabelerin şehit olmasıyla endişelenen Hz. Ömer Kuran-ı Kerim'in mushaf haline getirilmesini Halife Hz. Ebû Bekir'e teklif etmiş, Hz. Ebu Bekir de Zeyd b. Sâbit’ başkanlığında bir heyet belirleyerek, yazılı Kur’an nüshaları ve parçalarını toplatıp mushaf haline getirtmiştir. Toplanan bu mushaf, Hz. Osman zamanında aslından yazılarak çoğaltılıp, birer hafız ile birlikte Mekke, Kûfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderilmiş, bir nüsha da Medine’de bırakılmıştır (Dânî, el-Muḳniʿ, s. 19; Zerkeşî, I, 334; Süyûtî, el-İtḳān, I, 189-190).gönderilmiştir. Emeviler döneminde Halife Abdülmelik b. Mervân’ın Irak valisi Ziyâd b. Ebîhi, Ebü’l-Esved ed-Düelî'e emrederek, Kuran-ı Kerim'i yanlış okumalarının önlenmesi için  mushafı baştan sona harekeletmiştir. Daha sonra Irak Valisi Haccâc zamanında noktalama işaretleri kullanılarak yazılan mushaflar, İslâm âleminin her tarafına yayılmıştır. Halil b. Ahmed noktalama işaretleri ve harekelere de son şeklini vererek Kur’an-ı Kerim günümüzdeki şeklini almıştır. Bütün bu çalışmalar, çok titiz bir çalışma ile yapılmış ve hiçbir tahrifata uğratılmadan ilk haliyle muhafaza edilmiştir. 

Hz. Osman’ın Mushaflarına göre Kur’an’da 114 sure bulunmaktadır. Kur’an’ın en kısa süreleri üçer âyetlik Asr, Kevser ve Nasr, en uzun sûresi 286 âyetten meydana gelen Bakara’dır. 

"Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyacak olan da yine biziz." (Hicr Suresi-9) 

Taberî, bu âyeti “Biz muhakkak ki Kur’an’ı koruyup içine onun aslında bulunmayan bir ifadenin, bir yanlışın karışmasını veya hükümlerinde, hadlerinde, farzlarında bir eksiklik meydana getirilmesini engelleyeceğiz” şeklinde açıklamıştır. (Taberi Tefsiri, XIV, 7) Buna göre daha önceki kutsal kitapların mâruz kaldığı eksilme, değişme, bozulma, kaybolma gibi tahrifat halleri, Kur’an’ı Kerim için söz konusu olamaz. Kur’an-ı Kerim, Peygamber’e geldiği şekliyle kıyamete kadar varlığını ve ilk halini koruyacaktır. Çünkü Kur’an-ı Kerim'i Rasülüne indiren Allah (c.c), onu koruyacağını da bizzat vaad etmiştir ve Allah'ın vaadi şüphesiz haktır, kesindir.


"İşte bu Kur`an muazzam bir kitabdır. Onu biz indirdik. Çok mübarektir. Artık buna uyun, emirlerine bağlanın ve Allah`tan korkun. Tâ ki merhamet olunasınız" (el-En`âm, 155)

"Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, kalplerdeki hastalıklara bir şifa, inananlara bir rehber ve rahmet gelmiştir." (Yunus, 57)

"Bu Kur`an, akıl sâhiplerinin, ayetlerini iyice düşünüp anlamaları ve ders almaları için, sana indirdiğimiz saadet kaynağı bir kitaptır" (Sâd, 29).

"Onlar, hâlâ Kur`an`ın Allah kelâmı olduğunu ve mânasını düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah`tan başkası tarafından olsaydı, muhakkak ki içinde birbirini tutmayan birçok söz ve ifadeler bulurlardı." (en-Nisâ, 82)

"O Kur`an, insanları Hakk`a ulaştırır; helâl ile haramda ve din hükümlerinde hakkı bâtıldan ayırır..." (el-Bakara, 185)

"Kur`ân-ı Kerîm doğru yol gösterici, müminlere derecelerle kurtuluşu müjdeleyicidir" (el-Bakara, 97)

"Şu indirilmiş Kur`an, mübarek ve feyizli bir kitabdır ki elleri önündekini (Tevrat ve İncil`i) tasdik edicidir. Tâ ki onunla Mekke halkını ve bütün çevresindeki insanları korkutsun. åhirete îman edenler, namazlarına gereği üzere devam ettikleri gibi, Kur`an`a da inanırlar" (el-En`âm, 92)

Kur’an-ı Kerim, Allah (c.c) tarafından muhafaza altındadır ve kıyamete kadar asla bozulmayacak tek kitaptır. Kur’an-ı Kerim diğer ilahi kitaplardaki bozulma ve tahrifatları açıklamak ve dinin hükümlerini bildirmek için nazil olmuş eşsiz bir kitaptır. Diğer gönderilen kitaplar insan eliyle tahrif edilmiştir. Tevrat, İncil ve Zebur hak olarak gönderilmiş olmasına rağmen zamanla insan eliyle yapıları değiştirilmiştir. Bu kitaplar hakkında kısaca bilgi vermek yerinde olacaktır. 

Hıristiyanlar, Yahudilerin kutsal kitabına Ahd-i Atîk demişlerdir. Hıristiyanlara göre, Allah ile insanlar arasındaki son ahid, Hz. Îsâ vasıtasıyla yapılmış olan ahittir. Hıristiyanlar, bu yeni ahdin yazılı ifadesi olan metinlere Ahd-i Cedîd, daha önceleri Allah ile İsrâiloğulları arasında yapılan ahdi ihtiva eden metinlere de Ahd-i Atîk gibi bir kavram türetmişlerdir. Ahd-i Atîk’i teşkil eden kitaplar, tarihin belli bir döneminde ve aynı anda yazıya aktarılmamıştır; uzun tarihî seyir içinde çeşitli zamanlarda ortaya çıkan bu eserler, uzun süre şifahî olarak nakledilmiş, söz konusu edilen olaylardan asırlarca sonra ve bugün nisbet edildikleri şahısların dışındaki kişilerce kaleme alınmışlardır. Ahd-i Atîk’in başlangıçta bir değil birçok metni söz konusuydu. Bunu Ahd-i Atîk’te birkaç defa zikredilen metinlerden anlamak mümkündür. Milâttan önce III. asra doğru Ahd-i Atîk’in en az üç ayrı metni mevcuttur. 

Ahd-i Atîk, Hıristiyanlarca da kutsal kabul edilmekte ve Hıristiyan Kitâb-ı Mukaddes’inin ilk bölümünü teşkil etmektedir. Ahd-i Atîk’te verilen bilgilerin tarihî gerçeklere uygunluğunu tesbit etmek için Batı dünyasında XVI. asırdan itibaren tenkit faaliyetlerine başlanmış, ilimlerin ve teknik araştırmaların gelişmesi nisbetinde birtakım sonuçlara ulaşılmıştır. Metin tenkidi çalışmalarıyla Ahd-i Atîk’teki kelimelerin menşei, üslûp, metnin aslına uygunluğu ile mevcut çelişkiler ve tekrarlar ortaya konmuştur. 

Neticede Tevrat’ın muayyen bir dönemde ve bir tek kişi tarafından değil, farklı dönemlerde çeşitli yazarlar tarafından kaleme alındığı, düzeltme, değiştirme ve ilâveler yapıldığı, bu haliyle derleme bir kitap olduğu, Yahudi geleneğinin kabul ettiği gibi bir tek kişiye yani Hz. Mûsâ’ya nispet edilemeyeceği, tarihî ve ilmî verilerle ortaya konmuştur. Bu durum, Tevrat’ın tahrif edilmiş bir kitap olduğu hususundaki Kur’an hükmünü teyit etmektedir. Ahd-i Atîk’i teşkil eden diğer kitapların da nisbet edildikleri şahıslar tarafından kaleme alınmadığı, daha sonraki dönemlerde farklı kişilerce yazılıp çeşitli düzeltme ve ilâveler yapıldığı, metne müdahalelerde bulunulduğu, bu kitapların istinsahı sırasında müstensihlerin bilerek veya bilmeyerek birçok değişiklik yaptıkları yine bu ilmî tetkiklerle ortaya çıkarılmıştır. 

İncil kelimesini, Ahd-i Cedîd külliyatı içinde  Hristiyani anlamda ilk defa Pavlus “Îsâ tarafından öğretilen yeni doktrin” anlamında kullanmıştır. Hıristiyanlara göre Ahd-i Cedîd’de incil, yazılı bir metni değil, Mesîh ve havarilerin bildirdiği mesajı ve müjdeyi, şifahî tebliği ifade eder. Hıristiyan inancına göre Hz. Îsâ İncil’i yazmamış, sadece tebliğ etmiş ve havârilerden onu tebliğ etmelerini istemiştir. Nitekim uygulamada da İncil yazıya geçirilmeden önce şifahen nakledilmiştir. Pek çok kişi Hz. Îsâ ve onun mesajıyla ilgili gördüklerini ve duyduklarını, özel araştırmaları sonucu ulaştıkları bilgileri yazıya geçirmiş ve ortaya çok sayıda İncil çıkmıştır. Hıristiyanlık, İncil adı verilen çok sayıdaki kitap arasından sadece dördünü muteber addederek “ilham edilmiş kitaplar” listesine dahil etmiş, diğerlerini ise apokrif sayarak reddetmiştir. Bugünkü İnciller farklı kişilerce, muhtelif yer ve zamanlarda, çeşitli cemaatlere hitaben yazılmıştır. Sinoptik İnciller’le (Matta, Markos, Luka) Yuhanna İncili arasında farklılıklar olduğu gibi sinoptik İnciller kendi içlerinde de çelişkiler taşımaktadır. İslâm’a göre Hıristiyanlığın muteber saydığı dört İncil’den hiçbirini Hz. Îsâ’ya nisbet etmek mümkün değildir. Bu dört İncil, ne Hz. Îsâ’ya vahyedilen İncil’dir ne de onun yaşadığı dönemde kaleme alınmıştır. Zaten Hristiyanlar da bunu kabul etmektedirler. Onlara göre Hz. Îsâ ne yazmış, ne de yazdırmıştır. Mevcut İnciller Hz. Îsâ’nın semaya çekilmesinden çok sonra muhtelif kimseler tarafından kaleme alınmıştır. Hz. Îsâ Ârâmîce konuştuğu halde bugünkü Ahd-i Cedîd kitaplarının tamamı Grekçe olarak yazılmıştır.

Kur’an-ı Kerim, mevcut kitaplarla karşılaştırılmayacak derecede muazzam bir kitaptır. Kur’an-ı Kerim, ne Eski Ahit'in tarih kitaplarındaki gibi bir tarih anlatımı, ne de Yeni Ahit'in "İncil" ya da mektuplarındaki gibi bir "peygamber biyografisi" içerir. İnsan yazımı olduğu izlenimi verebilecek tek bir satırı dahi Kuran-ı Kerim'de yoktur, tüm Kuran tek bir bütündür ve bu bütünün hepsinin Allah'ın sözü olduğu açıkça hissedilmektedir. Kur’an-ı Kerim, Eski Ahit gibi bin yıla yakın bir süreçte yazılmamıştır. Ya da İnciller gibi kendisini getiren peygamberin ölümünden 40-50 yıl sonra kaleme alınmamıştır. Günümüzde elde bulunan en eski Kur’an-ı Kerim nüshası—Hz. Musa'dan 500 yıl sonraya ait en eski Tevrat nüshasının ya da Hz. İsa'dan üç yüzyıl sonraya ait en eski İncil nüshasının aksine—peygamberimizin vefatından çok kısa bir süre sonra yazılmış olan Hz. Osman'ın üzerinde şehit edildiği Mushaf’tır. Kuran'ı Kerim'in ilk vahyedildiği günden bu yana tek harfi bile değişmeden bize kadar ulaşmış olması, tarihsel verilerle de ispatlanan açık bir gerçektir.

Kuran'ı Kerim'i Yeni Ahit'ten ayıran önemli bir özellik, onun peygamberleri övmek için yazılmış bir "mersiye" olmayışıdır. Yeni Ahit Hz. İsa'ya yapılmış bir övgüdür, dahası onu ilahlaştıran ifadelerle doludur. Oysa tüm Kuran'da sürekli övülen ve yüceltilen tek bir varlık vardır; O da Allah'tır. Kitabın indirilişinin amacı da, insanları O'nun yoluna davet etmektir. Peygamberimizi ve diğer peygamberleri öven ayetlerin sayısı oldukça sınırlıdır. 

Kuran'ı Kerim'in bir başka özelliği, Tevrat'a ve İncil'in aksine, içinde hiçbir çelişki ve uyumsuzluk barındırmamasıdır. Bu özellik o kadar kesindir ki, Kuran'ı Kerim "onlar hâlâ Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı" (Nisa, 82) diyerek bu konuda açıkça meydan okur. Hiçbir kimse tarafından cevaplanamamış olan bir başka meydan okuma şöyledir:

Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur'an)’den şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir sure getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın. Ama yapamazsanız -ki kesin olarak yapamayacaksınız- bu durumda kafirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten sakının. (Bakara, 23-24)

Kuran'ı Kerim'in bir başka özelliği astronomi, biyoloji gibi konulardan verdiği bilgilerin, o dönemin yetersiz bilim anlayışından ve batıl inanışlarından tümüyle farklı oluşudur. Ayetlerde tarif edilen ya da haber verilen bilimsel gerçekler, 20. yüzyıl bilimi tarafından ulaşılan bulgulara büyük bir paralellik göstermektedir.

Kuran'ı Kerim'in edebi yönü de son derece üstündür. Kuran'ı Kerim'in indiği dönemde yaşayan ve bütün sanatları birbirleri ile yarıştırarak güzel sözler üreten eşsiz Arap şairleri, Kuran'ı Kerim'in karşısında dize gelmişler ve aciz kalarak Kuran'ı Kerim'in edebi belagatını kabul etmişlerdir. 

Bunun yanısıra, Kuran'ı Kerim'de çok ilginç matematiksel ifadeler vardır. Bu konuda, Kuran'ı Kerim'i bir şifre kitabı gibi görmek son derece abestir. Zaman zaman Kuran şifreleri adı altında bu bağlamda aşırıya gidenler olmuştur. Hatta bazen küfre meyledecek kadar hidayetten uzaklaşanlar da ortaya çıkmıştır. Nitekim bu konuda 19 sayısı örnek olarak gösterilebilir. Müdessir Suresi'nde 30. ayette "“Onun üzerinde on dokuz vardır.” hitabı dikkat çekilen 19 sayısı, Kuran'daki bazı kavramların, örneğin Besmelenin harf sayısını ve Besmelenin içindeki kelimelerin Kuran'ı Kerim'de tekrarlanma sayılarını belirler. (Bu kelimeler, şaşırtıcı biçimde, tüm Kuran'da 19 sayısının katları kadar geçerler.)  Müfessirler, 30. ayetteki “on dokuz” sayısını “cehennemde görevlendirilmiş olan on dokuz melek; meleklerden on dokuz grup; on dokuz saf; her birinin emrinde bir grup melek bulunan on dokuz yönetici melek” şekillerinde yorumlamışlardır (Zemahşerî, IV, 184; Şevkânî, V, 378; İbn Âşûr, XXIX, 298). Nitekim Tahrîm sûresinin 6. âyetinde de cehennemin başında iri cüsseli, sert tabiatlı ve Allah’ın emirlerini hemen uygulayan meleklerin bulunduğu bildirilmiştir. Râzî, insanın günah işleyip cehenneme girmesine sebep olan beden ve zihin güçlerini on dokuz olarak tesbit etmiş; cehennemde gözetim vazifesi yapan zebânîlerin sayısı ile bu güçler arasında bir ilginin bulunduğunu ifade etmiştir (XXX, 203). 

Kuran'ı Kerim'de bazı kelimelerin tekrarlanma sayıları da ilginçtir. "Gün" kelimesi tüm Kuran'ı Kerim' de 365 kez geçer. "Günler" 30 kez, "ay" 12 kez geçmektedir ki bu sayılar bugün bildiğimiz zaman kavramlarına tegabül eder. Bazı birbirine zıt kavramların sayılarında da ilginç bir ilişki vardır.  "Şeytan" ve "melek" kelimeleri 88'er kez, "dünya" ve "ahiret" kelimeleri 115'er kez Kuran'ı Kerim' de geçer. Yaz-sıcak ve kış-soğuk kelimeleri 5 er kez geçmektedir. Cezalandırma 117 kez geçerken affetmek ise bunun iki katı 234 defa Kuran'ı Kerim' de yer alır. Aynı şekilde zenginlik 26, fakirlik 13 kez Kuran'ı Kerim' de zikredilir. 

Çok kısa bir biçimde özetlediğimiz bu gerçekler, Kuran'ı Kerim'in bir insan sözü olamayacağını ispatlayan açık delillerdir. Kuran'ı Kerim, Allah'ın Resulü Hz. Muhammed'e (s.a.v) indirdiği vahiydir ve indiği günden itibaren hiç değişmeden bize kadar eksiksiz olarak ulaşmıştır. 

Diğer iki İlahi kitap, yani Tevrat ve İncil ise tahrif olunmuş, insan eliyle değiştirilmiş, "insan sözü" ile karışmışlardır. Kuran'ı Kerim'in inmesindeki temel nedenlerden biri de zaten bu tahrifattır. Allahü Teala (c.c) "Kendilerini Allah’a vermiş olan peygamberlerin ve -Allah’ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için- rablerine teslim olmuş zâhidlerin, bilginlerin Yahudiler arasında kendisiyle hükmettikleri, içinde hidayet ve aydınlık bulunan Tevrat’ı elbette biz indirdik. Hepsi onun (hak olduğunun) şahitleri idi. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun da ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide, 44)  ifadesiyle bu Tevratın da zamanında bir rehber olduğunu haber verir. Ancak bu rehberlik Yahudilerin Tevrat'ı bozması ile sona ermiştir. Kuran'ı Kerim, "Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler; sonra o kelâmı iyice anlamış olmalarına rağmen yine de bile bile onu tahrif ederlerdi.”(Bakara, 75) buyurarak bu gerçeği bizlere açıklar.  

Hz.Davud'a (a.s.) gönderilen Zebûr'dan (bk. Nisâ, 4/163; İsrâ, 17/55; Enbiyâ, 21/105) sadece birkaç Mizmar (Mezmûr) kalmış, diğerleri kaybolmuştur. Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitap olarak kabul ettikleri Tevrat ile İnciller,  nazil olduktan yıllar sonra yazılarak bugün Kitab-ı Mukaddes adlı kitapta toplanmıştır. "De ki: "Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği Kitap'ı kim indirdi? Ki siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz, atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla öğretilmiştir." "Allah" de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynasınlar." (En'âm, 6/91) Ayrıca, Yahudi bilginlerinin ve Hıristiyan rahiplerinin çıkar sağlamak için Allah'ın kendilerine indirdiği kitapları değiştirdikleri Kuran-ı Kerim'de belirtilir. (Bakara, 2/41-59, 75, 79, 174, 175; Ali İmran, 5/71, 78; Nisâ, 5/44, 46; Maide, 5/13, 68; Tevbe, 9/34) "Yahudiler "Üzeyir Allah’ın oğludur" dediler, Hristiyanlar da "Mesîh (Îsâ) Allah’ın oğludur" dediler. Bunlar, daha önceki inkârcıların söylediklerine benzer biçimde ağızlarından çıkan sözlerdir. Allah onları kahretsin! (Gerçeklerden) nasıl da yüz çeviriyorlar!" (Tevbe Suresi-30) "De ki: "Ey Ehl-i kitap! Hakkın sınırlarını aşarak dininizde aşırılığa gitmeyin. Daha önce kendileri saptığı gibi birçoklarını da saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluluğun keyfî istek ve arzularına uymayın."(Maide Suresi-77) ayetleri ehli kitabın kendilerine inen kitaplardaki yaptıkları tahrifatları bizlere açıklamıştır. Kuran-ı Kerim'de bir ayette"Sana kitabı, özellikle ayrılığa düştükleri konuda onları aydınlatman için ve inanan bir topluluğa rehber ve rahmet olsun diye indirdik." (Nahl, 64) buyrularak,  Yahudi ve Hıristiyanların kendi elleriyle tahrif ettikleri ilahi kitaplardaki hükümleri, Kuran-ı Kerim'in eşsiz mucize özelliği ile tüm insanlığa açıkça aydınlattığı ifade edilir. Bu yüzden, insanoğlunun kurtuluşunun yegane anahtarı, ancak ve ancak Kuran-ı Kerim'dir. Bütün bu ayetler, dinleri birleştirme, dinler arası ittifak, dinler arası hoşgörü, İbrahim dinler, medeniyetler buluşması, ...vs gibi Vatikan/Siyonist tuzağı, şeytani fikirler birer safsata ve saçmalık olup, bu tür zehirli akımlara verilecek en güzel cevap aşağıdaki Ali İmran suresindeki ayetlerdir. 

"Kuşkusuz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki hak tanımazlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur." (Ali İmran suresi-19) "Kim İslâm’dan başka bir din arama çabası içine girerse, bilsin ki bu kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o âhirette ziyan edenlerden olacaktır."(Ali İmran suresi-85) 

Hakikat Kuran-ı Kerim'dir Öyleyse O'na sımsıkı sarılmak lazım gelir. Sözümüzü Hadis-i Şeriflerle noktalayalım. "Kuran apaçık bir nur, hakim bir zikir ve en doğru yoldur." (Darimi, Fedailü’l-Kuran, 1; Beyhaki, Şuab, 3/226, hno: 1789)

"Kuran-ı Kerim, Allah Teala`nın gökten yeryüzüne uzatılmış bir ipidir." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/182; Tirmizî, Menakıb, 31)

"Kuran`ın diğer sözlere karşı üstünlüğü: Allah’ın yarattıklarına karşı üstünlüğü gibidir.” (Darimi, Fedail-ül Kuran, 17; Tirmizi, Fedail-ül Kuran, 25)

“Kim Allah’ın Kitabından bir ayet dinlerse, ona kat kat hasene-sevap verilir. Kim de bir ayet okursa, o, kıyamet gününde o kimse için nur olur." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/341)

"Evlerinizi namaz kılarak ve Kur`an okuyarak nurlandırınız." (Beyhaki, Şuab, 3/403, 1875; Suyuti, Camiu's-Sağir, 2/188) 

Son söz olarak, insanoğlunun tüm bunlardan hareketle, kendisini yaratmış olan Allah'ın Sözü olan Kuran'ı Kerim'i bilmesi, anlaması, hakkıyla amel etmesi ve kurtuluşa giden yegane yolun da Kuran'ı Kerim'in gösterdiği yol olduğunu kabul etmesi lazım gelir. 

Allah’ım! Bizi sırat-ı müstakimde sabit kıl, bizi Kuran'ı Kerim'in rehberliğinde Müslüman olarak yaşat ve Müslüman olarak canımızı al. (Amin)

Kaynaklar: 

ABDULHAMİT BİRIŞIK, "KUR’AN", TDV İslâm Ansiklopedisi

HİKMET TANYU, "AHD-i CEDÎD", TDV İslâm Ansiklopedisi.

ÖMER FARUK HARMAN, "KİTÂB-ı MUKADDES", "AHD-i ATÎK" TDV İslâm Ansiklopedisi. 

| | Devamı... 0 yorum

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!

En Çok Okunan Yazılar

Matematik Konularından Seçmeler